23 Eylül 2010 Perşembe

umut kuşu

Gönül penceresinden bakarken, mantık yolunun üzerinde gördüm umut kuşunu, kalasları tutuşturmaya uğraşıyordu buzların üzerinde. Alev almayacağını bildiği halde bir bekeleyişin çırpınışlarını barındırıyordu.
Gönül penceresi almak istedi yarasını sarmak sitedi, ya da sonsuza kadar büyütmeliydi onu yürek zindanlarına inat. Özgürce yaşatmalıydı duygularını... Yoksa onu terk etmelimiydi? Yok. Hayır! Ümit terkedilir miydi hiç? Papatyanın sadeliği gülün özündeki saflığıyla, yüreklere sığmayan bir sevdayla büyütmeli, engin maviliklere, süzüleceği günü yine onunla ümitle beklemeliydi...

Sınav Duaları

Bir kısım âlim, “Esmâ’ül-Hüsnâ’da geçen isimlerin sayısını “Ebced-i kebir” usulüyle hesaplamış ve hangi ismin ne gibi hâcetler için kaçar kere okunacağını bildirmişlerdir.


El MUKADDİM
(İstediğini ileri geçiren, öne alan Allahü Teâlâ Hazretleri)
1 bardak suya 184 kere “Yâ Mukaddim Celle Celalühü” ism-i şerifini okuduktan sonra içen, imtihanda başarılı olur.

El ALİM
(Geniş ilim Sahibi)

Bu ismi 100 kez okuyanın zihni açılır. İlim ve marifet kısmeti artar. İmtihan da başarılı olur. İhlasla “Yâ Alim Celle Celalühü” diyen bir Müslüman bu isme devam etse maddi ve manevi ilim kapıları kendisi için açılır.

EL ALİYY
(Yüce makam Sahibi)

Bir kimse bir işte başarılı olmak için Allah’ın bu ismini devamlı okur ve kağıda yazıp üzerinde taşırsa Allah o kimseyi o işte başarılı kılar. Sınav ve hayırlı işe niyetlenen kişiler bu ismi çok okumalıdır.

EL FETTAH
(Zorluğu kolaylaştıran)

Sabah namazından sonra iki elini göğsüne koyarak 70 defa “YÂ FETTÂH Celle Celalühü ” DİYEN BİR MÜSLÜMAN BU İSME DEVAM ETSE, BÜTÜN ZOR KAPILAR AÇILIR. Gönlünde büyük fetihler meydana gelir.

EL-KAVİYY
(Pek Güçlü Pek kudretli.)

116 defa “Yâ Kaviyy Celle Celalühü ”” ism-i şerifini okuyanın çok zor işlerine de Allah’ın yardımı yetişir.
SİNA ÇÖLÜNÜ GEÇMEK GİBİ ÇOK ZOR DURUMDA KALANLAR…

Not: Akşemseddin Hazretleri’nin İstanbul’un Fethi sırasında bu ism-i şerifin okunmasını Fatih’e tavsiye ettiği ve Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır seferinde “Yâ Kaviyy” ism-i şerîfine çokca devam ettiği erbabının malumlarıdır.”


EL CELİL
(Celalet sahibi)
Kim bu ismi misk veya sürme kalemi ile yazarak o kağıdı üstünde taşırsa Allah ona zihin açıklığı ve isabetli karar verme nasip eder.



Dualarımıza “ALLAHÜMME” ile başlamak kabulüne işarettir.

“ “VALLÂHU GÂLİBÜN AL EMRİHΔ Yusuf suresindeki bu ayeti yetmiş bir defa okumak hayırlı bir işte başarılı olmaya vesiledir. Denenmiştir.”


Panik atak reçetesi
EL-HAFÎZ
(Esirgeyen, koruyan, muhafaza eden, yapılan işleri bütün ayrıntılarıyla tutan)
Günde 16 defa “Yâ Hafiz Celle Celalühü ” ism-i şerîfini okuyan kimse, sudan, ateşten, insanlardan, cinlerden, vahşi hayvanlardan, gelecek korku, panik ve zararların tümünden emin olur.

EL-MÛCİB
(Duaları kabul eden)
Dualarının kabul edilmesini isteyen kimse duasına “Yâ Mûcib celle celalühü ” diye başlarsa istekleri Allah katında makbul olur.

60 defa “El Mûcib Celle Celalühü ” ism-i şerifini okuyarak dua edenin duası kabul olunur.

Her Fırsatta “Hasbünallahü ve ni’me’l-Vekil, ni’mel-Mevlâ ve ni’me’n-Nasir” okuyanın her murâdı hâsıl olur.

NE ZAMAN, NEREDE,
NASIL DUA EDİLİR?

Duâ etmenin belli bir zamanı, belli bir yeri ve şekli yoktur. Ammâ bir ibadet olması sebebiyle bir takım âdâbı vardır. Âdabına uygun bir şekilde duâ etmek gerekir.

Duânın âdâbı sırayla şunlardır:

-Abdest alınır, Kıbleye dönülür.
-“Sübhâne Rabbi’yel Aliyy-il_A-‘lel- Vehhâb” denilir ve eller koltuk altları görünecek kadar kaldırılır.”Amin” denir.
-“Eûzü-Besmele” “Hamdele” ve “Salvele” okunur.

Sâlât ve selâm okunur.

“Sübhâne Rabbike Rabbi’l-izzeti ammâ yasifûn ve selâmün ale’l-mürselin ve’l-hamd-ü lillâhi Rabbi’l-Âlemin” okunur.
-“El-Fâtiha” denir ve ardından “Fâtiha sûresi” okunur.

Ayrıca, dua edilirken;
Ses yükseltilmez.
Tevâzü ve huşû içinde bulunulur.
Tam teslimiyet içinde bulunulur.

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ

Bu konuda da, duâ’nın âdâbında anlattığımız husûslara uyulması gerekir. Ayrıca;
-Allâhü Teâlâ Hazretleri’nin rızâsı için 2 rekât namaz kılınır.
-Sessiz, sâkin ve harâm sayılan herhangi bir şeyin bulunmadığı bir yerde okumak maksâda daha uygundur.
-Okumaya başlamadan önce “Destûr Bismillâh” denir.
-Okunacak Esmâ, kaç kere okunacaksa; o kadar okunur. Ağır ağır okumaya gayret edilir.
-Esmâ’yı her okuyuşta, ardından Celle Celâlühû (Yüce ve Aziz) olsun denilir. Meselâ; “Yâ Allâh Celle Celalühü” diye zikredilir. Ve sonunda;
Hâcet ne ise o istenir.
-Beddua edilmez. Kendi için istemeyi hoş görmediğiniz her hangi bir şey için “Esmâ “ okunmaz.

Aşağıdaki linklerde Esma’ül Hüsna’nın Arapça okunuşlarını bulabilirsiniz.

http://dinibilgiler.ravda.net/include.php?path=esmaulhusna.php
http://esmaihusna.blogcu.com/

4444 adet Salavat-ı Tefriciye

4444 adet Salavat-ı Tefriciye Hakkında İslâm alimlerinin görüşleri
İmam Kurtubî hazretleri şöyle buyurmuş;
Bir kimse, çok önemli bir işinin veya önemli bir dileğinin gerçekleşmesini , ya da üzerinde devam edip duran büyük belânın üzerinden çekilip gitmesi (kalkması) için, “Salât-ı Tefriciye” yi (4444) defa okuyup, bu mübarek Salâtü selâm ile Yüce Peygamberimizi vesile edinse, hiç şüphe ve tereddüt yoktur ki, yüce Allah, o kulunun istek ve muradının olması için hayırlı bir kapı açar, hayırlı bir sebep yaratır. Ve ona muradını verir.
İbn_i Hacer-El Askalânî Hazretleri de “Salât-ı Tefriciye'nin yukarıdaki belirtilen sayıda okunması üzerinde durmuştur. “4444 sayısı sanki sebebin iksiridir.” demiştir.
İmam Kutibi Hazretleri Hakkında bilgi
http://ansiklopedi.bibilgi.com/KURTUB%C4%B0-(Muhammed-bin-Ahmed)
İbn_i Hacer-El Askalânî Hazretleri Hakkında bilg
ihttp://ansiklopedi.bibilgi.com/İBN-İ-HACER-İ-ASKALANİ

Kur'an okuma Adabı

Kur'an okurken riayet edilecek Batini ameller beyanındadır
Bunlar 10 tanedir
1- Kelamın aslını anlamak
2-Ta'zimde bulunmak.
3-Huzur'u kalb,
4-Tedbir
5-Tefehhüm
6-Anlamasına engel olacak mânileri atmak
7-Tahsis, yâni kendisine hitab edildiğini bilmek.
8-Teessür.
9-Terakki,
10-Teberri s.796
Huzûr-ı kalb ve hâtıraları terketmek
“Ey Yahya kitâbı kuvvet ile al.” (19 Meryem.13)
âyeti celilesinin tefsirinde “cehd ve gayret “ okuduğu vakit, gönlünden her şeyi atarak akıl ve fikrini ona vererek okumak demektir. s.798
Birisine “Kur'an okuduğun zaman hatırına başka şeyler gelir mi?” diye sorduklarında, “Benim için Kur'an'dan daha sevimli bir şey yok ki hatırıma gelsin”. Diye cevap vermiştir.
Selefden bazıları, aklı başka yerde iken bir âyet okusa, onu iade eder ve tekrar huzûr ile okurdu. Bu hâl, yukarıda anlattığımız tazimden doğar.

Mümin Nasıl Olmalı?

Prof. Dr. Ahmet Coşkun (Erciyes Ün. İlahiyat Fak.) Mü’min nasıl olmalı?Kendisine verilen bir vazife için, köy, kent demeyecek, her tepeyi, her engeli aşıp, nihayet önünde sonunda hedefine erişmeli.O, topyekün cemiyetin kurtuluşu ve mutluluğu için sahur vakitlerinde, eşref saatlerinde gönülden Allah’a yalvarmalı, yakarmalı, döktüğü gözyaşları ile günah kirlerimizi yıkayacak ve o yaşama sevincini, iman ve ibadet neşesini herkesle paylaşmalı. Bu yolda Allah için en ağır hizmetlere alışmalı. Devamlı olarak da gece düşünce, gündüz hayalinde manen Allah’ın Rasulü ile konuşmalı.Bütün arkadaşları ve meslekdaşları ile sarmaş dolaş olmalı, dostlarını ikazından kırılmayarak hatalarını, kusurlarını söyleyenlere darılmayarak dostunun acı tenkitlerinden alınmamalı, düşmanın yaldızlı laflarına inanmayıp, dostunu dost bilmeli ve fakat eski düşmanlara dost olmak için biraz dikkatlice düşünmelidir. Dostu, düşmanı tanıma hususunda son derece hassas ve uyanık olup düşmana gafil avlanmamalı. Hele dostunun yüz karası, düşmanın maskarası olmaktan, yılandan, akrepten sakınır gibi sakınıp, din kardeşlerinin dert ve davalarına sahip çıkarak ve nemelazımcılıktan hoşlanmamalı.Her taraftaki çaresizlerin imdadına koşup, kanayan bir yara gördü mü, canı yanarak, onu dindirmek için çıkışmalı, kakışmalı, yıkışmalı. O musibetlere uğramış herkesle dertleşip, bunların sıkıntılarını ve kederlerini gideremeli. Eğer, çevresinde açlar varsa bir ekmeğini bile onlarla bölüşmelidir.Çevresindeki anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak için görüşmesi gerekenlerle görüşmeli, onun müspet hareketleriyle neticede etrafı yatışmalı.Onun iman yiğitliği, heybeti ve takvasından şeytan ve şeytanın dünyadaki askerleriyle, bedava avukatlığını yapan bütün şer kuvvetleri kaçışmalı. İlmine, malına, mülküne, mevkiine mağrur olup da ona tepeden bakanlarla, o, boy ölçüşmeli. O, öyle planlar kurmalı ki, düşmanları birbiriyle itişip kakışırken, kendisi de bütün müslümanlarla beraber sırf bu hadiseye mahsus olmak üzere onların hallerine kahkaha ile gülüşmeli.Belki bazı kimseler ona ters düşer, onunla çatışır, fakat o, onlarla mutlaka hesaplaşmalı, ama gene de sonunda gerekli görürse onlarla uyuşmalı. O, Hak yolunda oldukça insanların kınamasından korkmamalı. Evet, hak bildiği yolda sebat etmekten caymayıp, “Sırat-ı Müstakim”den kaymamalı. Zulmü alkışlayamazken, caniyi, haini himaye etmeye kalkışmayacaktır. Hülasa, haktan, adaletten ayrılmamalı.Küçük meseleler, asılsız şeyler peşinde koşmamalı, böyle şeyler yüzünden dostları, ahbabları, meslektaşları ve din kardeşleri ile çarpışmamalı. O, hep büyük hayaller kurup, mal-i hülya (boş kuruntu)lara dalmamalı.İlmini, malını, canını Allah yolunda cömertçe harcayarak; fakat israfa sapmayıp, aynı zamanda yok yere canına kıymamalı, şahsiyetini, imani heybetini koruyup, zillete asla düşmemelidir.Devletten, servetten, sıhhatten, şehvetten, şöhretten şımarmayarak, ihlastan, samimiyetten sıyrılmamalı, düşman tarafından kayrılmaya yanaşmalı.Hakkı bırakıp, batıla tapmayıp, hidayetten sapmamalı, bir hakkın ortaya çıkması için şahitliğe erinmeyerek, çağrılmadığı yere yerinmeyerek, bir hakkı itiraf hususunda direnmemeli.Haramdan sakınırken kılı kırk yarıp, dinde laubaliliğe kapılmamalı.“Üzümünü ye, bağını sorma” diyenlerden olmayıp; nail olduğu her nimetin asıl sahibi olan Cenab-ı Mevla’yı düşünüp dururken ve O’na hamdetmeli, şükretmeli, kulluk yapmalıdır.Yüzünden tatlı bir tebessümü eksik olmamalı. Konuşmalarında latif olan latifelere yer vermeye çalışırken, fakat hiçbir zaman cıvık şakalarla şakalaşmamalı. Heybetini, değerini yüzündeki iman nurunu sönükleştirmemeli. Onun kendisi ve bütün müslümanların iyiliği için çalışmaktan elleri nasırlaşırken, cemiyetin faydası için kurulan müesseselere ne yapıp yardımına koşmalı. Dini ve milleti için çalışan herkesle elele, gönül gönüle birleşip, bütünleşmeli. Yurdunu yabancılara muhtaç bırakmamalı.Onun çalışmalarına, onun gayretlerine imansız ve gayesiz kimseler şaşmalı. O, ilimle takvayı eşit tutarak, feraset ve basiretini günden güne geliştirip, her kaybından, ihmalinden, her başarısızlığından bir ibret almalı. En sonunda doğru olanı tespit edip, bir daha yanılmamalı.Onun hizmeti iradesi bütün kainatı kucaklamalı. Onun merhamet ve şefkati bütün dünyayı kuşatmalı. O, Mevla’sının rızası uğrunda bütün sıkıntılara göğüs gerip, en sonunda başarmalı. O’nu öldürmeye gelenler, onda dirilip, ona düşman olduklarına pişman olmalı.O, dinimizin hükümlerinden bir edebi, bir müstehabı bile önemseyip ve benimseyip, bu yolla muradına ermeli.Bütün bunların neticesinde o, Cenab-ı Mevla’mızın rızasına ulaşacaktır, cennette Allah’ın sevgili Resulüne kavuşacak ve bunun da üstünde Allah’ın cemali ile buluşacak. O ölünce Duhan suresinde de işaret buyrulduğu gibi yerler, gökler onun ardından ağlaşacaktır.Cenab-ı Hakk cümlemizi işte bu vasıflara haiz mü’minlerden eylesin.Kaynak: Ilkadim dergisi, 03-2004

DUA

KÜÇÜK ÇOCUK VE DUA

Deniz kenarına oturmuş, gözlerinide ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip:
- Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi?
Küçük çocuk, başını çevirmeden;
- Ama rüzgârlı, dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü.
Adam, çocuğun yanına oturup:
- Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi. Ama şimdi adım bile atamıyorum.
Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı.
Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla:
- Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur.
Çocuk, büyük bir sevinçle:
- Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi?
- Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter.
Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah'tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük. Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı.
Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup:
- Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim.
Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip:
- Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde "av" diye bir şey kalmadı.
- Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin!.
Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de "rasgele" derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken:
- Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım?
- Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk. Bunu yeni öğrendim.
Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak:
- Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden.
Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. Balıkçı, onu çocuğa uzatıp:
- Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!. Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da... Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp:
- Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. Ya dua etmeseydim ne olurdun o zaman?

SİZLERDE DUA ETMEYİ DENEDİNİZMİ SIKINTILI ANLARINIZDA?... BELKİ DUALARINIZ HEMEN GERÇEKLEŞMEYEBİLİR AMA O DUALARIN SEVABI YETER SİZLERE... YENİ ÖĞRENDİM BENDE.... DUA EN KIYMETLİ BİR HAZİNE BİZİM İÇİN.. BİTER DİYE KORKMAYIN İSTEDİĞİNİZ KADAR KULLANIN... ÖYLE BİR HAZİNE Kİ SINIRSIZ VE KARŞILIKSIZ VERİLMİŞ HEMDE...

9 Şubat 2010 Salı

Arkadaş Olacak Kimsede Aranan Özellikler(ihya u.)

Arkadaş Olacak Kimsede Aranan Özellikler

Sohbet ve arkadaşlık için her insan elverişli değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Kişi dostunun dini üzerindedir. Bu bakımdan sizden her hangi biriniz kimle dostluk yaptığını iyice düşünüp tedkik etsin.45
Edinilecek dost, mutlaka birtakım haslet ve sıfatlarla do nanmış bir kimse olmalıdır ki, o sıfat ve hasletler sebebiyle onun arkadaşlığına özenilsin. O hasletler, arkadaşlıktan umulan fayda lara göre şart koşulurlar. Zira şartın mânâsı amaca varmak için gereken şey demektir. Bu bakımdan amaca nisbet edilmekle şartları meydana gelir. Sohbetten dînî ve dünyevî birçok faydalar beklenir.
Dünyevî faydalara gelince... Arkadaşının malından veya ma kamından istifade etmek veyahut da sadece onun yüzünü görme ve arkadaşı olmakla yakınlık kurmak gibi faydalardır. Bu ise, bizim gayelerimizden değildir. Dinî faydalara gelince, o faydalarda da çeşitli gayeler bir araya gelir. Zira ilminden ve amelinden istifade etmek o faydalardandır. Kalbi teşviş eden ve şüpheye sürükleyen bir kimsenin eziyyetinden korunmak için onun mertebesinden isti fade etmek o faydalardandır. Vakitlerini zaruri rızık yolunda har camaktan kurtulmak için malından istifade etmek o faydalar dandır. Önemli meselelerde yardım görmek de o faydalardandır. Bu bakımdan böyle bir arkadaş musibetlerde arkadaşı için bir des tek ve çeşitli durumlarda da bir kuvvettir. O faydalardan biri de sa dece onun duasıyla bereketlenmektir. Onların birisi de ahirette onun şefaatini talep etmektir. Çünkü seleften biri şöyle demiştir: 'Fazla ahiret kardeşi edininiz. Zira her nıü'min için bir şefaat vardır. Umulur ki sen de kardeşinin şefaatine nail olursun'. Garib'ut-Tefsîr'de 'Allah, iman edip de sâlih amel işleyenleri bağışlar. Fazlından onlara fazlasını verir. Kâfirlere gelince.... Onlara şiddetli bir azab vardır' (Şüra/36) ayetinin yorumunda, 'Fazlından onlara fazlasını verir' cümlesi, 'Onlar ahiret kardeşleri için şefaat ederler. Dolayısıyla Allah da o kardeşlerini onlarla beraber cennete gönderir' denilmiştir.
Deniliyor ki: 'Allah Teâlâ kulunu affettiği zaman, onu din kardeşleri hakkında şefaatçı kılar'. İşte bu sırra binaen seleften bir grup sohbet, ülfet, arkadaşlık ve kardeşliği teşvik etmişler, uzlete ve köşeye çekilmeyi kerih görmüşlerdir. İşte bunlar kardeşliğin faydalarıdır. Bu faydalardan herbiri birtakım şartları gerektirirler ki, o fayda ancak o şartlarla elde edilir. Biz o şartların izahını ya palım. Kısaca o şartlar şunlardır. Sohbet ve arkadaşlığını tercih ettiğin bir kimsede beş haslet bulunmalıdır.
1. Akıllı olmak.
2. Güzel ahlâklı olmak.
3. Fasık olmamak.
4. Bid'atçı olmamak.
5. Dünyaya fazla düşkün olmamak.
1. Akıllı Olmak
Akıllı olmaya gelince, o sermayedir, asıldır. Ahmak bir kimse nin arkadaşlığında hayır yoktur. Ahmak bir kimsenin arkadaşlığı, ne kadar uzun olursa olsun, neticesi küskünlük ve vahşete gider. Hz. Ali (r.a) ne güzel söylemiş: 'Câhille arkadaşlık yapma! Sen on dan uzak ol ve onu da kendinden uzak tut. Zira nice cahiller vardır ki, halim bir kimsenin arkadaşı olduğu zaman onu felâkete sürük lemiştir! Kişi arkadaşıyla kıyas edilir. Zira birşey için diğer birşeyde kıyas ve ölçü vardır. Rastladığı zaman kalbin kalp üze rinde delili vardır'.
Ahmak bir insanın arkadaşlığı nasıl böyle olmasın? Oysa ah mak senin faydanı istediği halde bazen sana zarar verir ve bil mediğinden ötürü yardım edeceği yerde kötülük yapmış olur. Bunun için şair şöyle demiştir: 'Ben akıllı bir düşmandan eminim, Fakat ahmak bir dosttan korkuyorum. Akıl tek çeşittir. Onun yo lunu biliyorum. Delilik ise çeşit çeşittir'.
Bu sırra binaen denilir ki: 'Ahmak bir kimseden uzak olmak, Allah'a yakınlaşmak demektir'.
Süfyân es-Sevrî der ki: 'Ahmak bir kimsenin yüzüne bakmak yazılmış bir hatadır.
Akıllıdan gayemiz, işleri olduğa gibi anlayan bir kimsedir. Bu işleri ya kendiliğinden anlar veya kendisine anlatıldığı ve öğretildiği zaman anlar.
2. Güzel Ahlâk
Güzel ahlâk ise, elbette dost edinilen bir kimsede aranan bir vasıftır. Zira nice akıllı kimseler vardır ki, şeyleri olduğu gibi idrâk etmektedir. Fakat gazab ve şehvet kendisine galebe çaldığı, cimrilik ve korkaklık kendisine galip geldiği zaman hevâsına tabi olur, ona itaat eder. Bildiği bir şeye bile bile aykırı hareket eder. Çünkü sıfatlarını yenmekten ve ahlâkını düzeltmekten acizdir. Bu bakımdan böyle bir kimsenin sohbetinde hiçbir hayır yoktur.
3. Fasık Olmamak
Fıskına ısrar ile devam eden fâsık ise, onun sohbet ve ar kadaşlığında hiçbir fayda yoktur. Zira Allah'tan korkan bir kimse, büyük bir günaha ısrarla devam etmez. Allah'tan korkmayan bir kimsenin tehlikesinden hiçbir zaman emin olunmaz. Dostluğuna güvenilmez. Bil ki, o gayelerine göre değişir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Bizi anmak hususunda kalbine gaflet verdiğimiz bir kim seye itaat etme ki, o keyfinin ardına düşmüş ve işi haddini aşmak olmuştur.(Kehf/28)
Onun için sen bizim Kur'an'ımızdan yüz çevirip de yalnız dünya hayatını isteyen kimselere bakma! (Tâhâ/16)
Anan ve baban bilmediğin birşeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa bu takdirde kendilerine itaat etme. Onlara dünyada iyi bir şekilde sahiplik et! (Necm/29)
Ve bana yönelenin yolunu tut! (Lokman/15)
Bu âyetin mefhumunda fâsık bir kimseden kaçmanın gerekli olduğu hususu vardır.
4. Bid'at Sahibi Olmamak
Bid'atçıya gelince, onun sohbetinde ihdas ettiği bid'atının başkalarına sirayet etmesi, o bid'atın kötülüğünün başkasına geçmesi tehlikesi verdir. Bu bakımdan bid'atçı bir kimse terkedil meyi hak etmiştir. Nerede kaldı ki onunla arkadaş olmayı tercih edip seçmek...
Hz. Ömer (r.a) arkadaşta dindarlığın aranmasına teşvik ederek Said b. Müseyyeb'in rivayet ettiği bir eserde şöyle demiştir:
Doğruluk arkadaşlarını arkadaş edin! Böyle yaptığın tak dirde onların himayesinde yaşarsın. Çünkü onlar genişlik zamanında süstürler. Belâlar zamanında hazırlık ve zahiredirler. Kardeşinin işini, en iyi mânâ üzerine hamlet. Seni ondan soğutucu bir iş görünceye kadar buna devam et. Düşmanından (uzak dur). Emin kimse ancak Allah'tan korkan kimsedir. Sakın fâcir ve fâsık bir kimse ile arkadaş olma ki, ondan sadece fısk ve fücur öğrenirsin. Onu sırrına muttali kılma. İşlerinde ancak Allah'tan korkanlarla istişare et!
Güzel ahlâka gelince...
Alkame46 vefat edeceği zaman oğluna hitaben yazmış olduğu vasiyetnamesinde ne güzel dile getirmiştir.
Ey oğlum! Erkeklerin sohbetine muhtaç olduğunda öyle bir kimse ile musahhih ve arkadaş ol ki, sen ona hizmet ettiğin zaman o seni korumuş olsun!... Onunla arkadaşlık ettiğin takdirde seni süslendirsin! Eğer nafakanın derdi seni oturttuğu zaman sana yardımda bulunsun! Öyle bir kimse ile arkadaşlık yap ki, sen elini hayır ile uzattığın zaman o elinin uzanmasına yardımcı olsun. Eğer senden bir iyilik görürse onu takdir etsin. Eğer bir kötülük görürse onu ka patsın. Öyle bir kimse ile arkadaşlık yap ki, ondan istediğin zaman sana versin. Sustuğun zaman seninle konuşsun. Başından bir belâ geçtiği zaman derdini kaldırmaya çalışsm. Öyle bir kimse ile arkadaşlık yap ki, söylediğin za man senin sözünü tasdik etsin. Eğer ikiniz aynı şeyi isterseniz, sana öncelik tanısın. Eğer ikiniz bir hususta karşılıklı hak iddiasında bulunursanız, seni nefsine tercih etsin.
Sanki bu vasiyetiyle sohbetin bütün haklarını bir araya ge tirmiş ve arkadaşın bütün bu haklara riayet etmesini şart koşmuştur.
İbn Eksem şöyle anlatır:47 Halife Me'mun 'Bu sıfatlarla mut tasıf bulunan bir arkadaş nerede bulunur?' dedi. Bunun üzerine kendisine şöyle dendi: 'Ya emir'el-mü'minîn! Onun, oğluna neden bu şekilde vasiyyette bulunduğunu biliyor musun?' Me'mun 'Hayır!' deyince, kendisine 'Oğlunun hiç kimse ile arkadaş olmamasını istedi de ondan böyle söyledi' dendi.
Ediblerden birisi şöyle demiştir: Halktan sırrını saklayacak ve ayıbını örtecek bir kimse ile arkadaş ol! Böyle bir kimse felaketlerde yanında olur. Genişlikte de seni kendi nefsine tercih eder. İyiliğini yayar, kötülüğünü kapatır. Eğer sen böyle bir arkadaş bulamazsan kendi nefsinden başka bir kimse ile arkadaşlık etme!'
Hz. Ali şöyle demiştir: 'Senin hakikî kardeşin odur ki seninle beraber olur. Senin faydan için nefsine zarar vermeye razı olur. O öyle kimsedir ki, zamanın felaketleri kapını çaldığında o derli toplu olan durumunu dağıtır ki, senin dağınık durumunu toplamış olsun'.
Alimlerden biri şöyle demiştir: 'Sadece şu iki kişiden biriyle arkadaşlık yap: a) Kendisinden dinin hakkında birşey öğrenip faydalandığın kişi, b) Kendisine dini öğrettiğin ve senden öğrendiğinden faydalanan kişi... Bunların dışında üçüncü bir kişi görürsen uzaklaş!'
Demişlerdir ki; insanlar dört sınıftır:
1. Tamamen tatlıdır. Kendisine hiç doyum olmaz.
2. Acıdır. Hiç birşey yenilmez.
3. Kendisinde eksiklik vardır. Böyle bir kimse senden almadan önce sen ondan al!
4. Kendisinde burukluk vardır. Sen bundan ancak ihtiyaç zamanında faydalan!
Câfer-i Sâdık (r.a) demiştir ki: Şu beş grupla arkadaşlık yapma:
1. Yalancı ile arkadaşlık yapma! Çünkü sen daima aldana bilirsin. O serap gibidir. Uzağı sana yaklaştırır. Yakını dasenden uzaklaştırır.
2. Ahmakla arkadaşlık yapma! Çünkü ahmakla hiçbir yere varamazsın. O sana fayda vermeyi istediği halde zarar verir.
3. Cimri ile arkadaşlık yapma! Çünkü o, senin en fazla muhtaç olduğun şeyi senden esirger.
4. Korkak ile arkadaşlık yapma! Çünkü o, seni ele verir ve şiddet anında kaçar.
5. Fâsıkla arkadaşlık yapma! Zira o seni bir çiğnem yemek veya daha azma fedâ edebilir!
Bunun üzerine Câfer-i Sâdık'a şöyle soruldu: 'Bir lokma ek mekten daha azından neyi kasdediyorsun?' Şöyle cevap verdi: 'Yemeğe tamah edip arkadaşını feda eder. Sonra onu da elde et mez!'
Cüneyd-i Bağdadî şöyle demiştir: 'Güzel ahlâklı bir fâsıkın bana arkadaşlık yapması, kötü ahlâklı bir âlimin arkadaşlık yap masından daha sevimli gelir bana...'
Ahmed b. Ebi'l-Havârî der ki: Hocam, Ebu Süleyman ed-Dârânî bana şöyle dedi: 'Ya Ahmed! Sakın şu iki kişinin birinden başka kimse ile arkadaşlık yapma.
a) Öyle bir kişi ile arkadaşlık yap ki dünyalığında ondan istifade edebilesin.
b) Veya öyle bir kişi ile arkadaşlık yap ki onun sohbeti sayesinde gittikçe gelişir ve ahiretin için ondan fayda görürsün. Bu ikisınıftan başkasıyla arkadaşlık yapmak büyük bir ahmaklıktır'.
Ebu Muhammed Sehl b. Abdullah Tüsteri şöyle demiştir: Üç sınıf insanın arkadaşlığından sakın:
1. Gaflette olan zâlimler.
2. Yağcı olan âlimler.
3. Cahil olan mutasavvıflar.
Bu kelimelerin çoğu, arkadaşlığın bütün gayelerini kapsamak tadır. Arkadaşlığın bütün gaye ve hedeflerini kapsayan şeyler, daha önce zikrettiğimiz maksadların mülâhazası ve o maksadlara göre şartların gözetilmesinden meydana gelendir. O halde dünya maksadlarında arkadaşlık için şart koşulan, ahiret arkadaşlığı için şart koşulmaz.
Nitekim Bişr el-Hafi der ki: Arkadaşlar üç gruptur:
1. Ahiretin için arkadaş
2. Dünyan için arkadaş
3. Kendisiyle yakınlık kurman için arkadaş
Bu maksadlarm hepsinin bir kişide bulunması pek az olur. Bu maksadlar bir cemiyet arasında dağılır. Şüphesiz ki, o cemaat hakkında şartlar da dağılır.
Me'mûn b. Harun er-Reşid şöyle demiştir: Arkadaşlar üç grup tur. Onların birincisinin misali, gıdanın misaline benzer. İnsan onsuz yapamaz. Diğeri ilaca benzer. İnsan bazen ona muhtaç olur, bazen olmaz. Üçüncü grup ise, hastalığa benzer! İnsan hiçbir za man ona muhtaç değildir. Fakat bazen insan ona mübtela olur. Bu üçüncü arkadaş öyle bir arkadaştır ki, kendisinde hiçbir fayda yoktur.
Denildi ki, insanların misali, ağaç ve bitkilerin misali gibidir. Onların bir kısmının gölgesi vardır, fakat meyvesi yoktur. İşte bu dünyada fayda veren, fakat ahirette faydası olmayan bir kimsenin misalidir. Çünkü dünyanın faydası gölge gibidir. Çabuk kaybolup gider. Bir kısmı da vardır ki, meyvesi var, fakat gölgesi yoktur. Bu da ahiret için elverişli olan, fakat dünya için elverişli olmayan bir kimsenin misali gibidir. Bir kısmı da vardır ki, hem meyvesi, hem de gölgesi vardır. Biz kısmı da vardır ki, ne meyvesi, ne de gölgesi vardır. 'Urnmu Gilan ağacı gibi... Elbiseleri yırtar, kendisinde ne yiyecek ne de içecek vardır. Bunun hayvanlardan misali fare ve akreptir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur.
(Hak dinden çıkan) insan, zararı faydasından daha yakın olana tapar. Taptığı şey ne fena dosttur, ne kötü arkadaştır!(Hac/13)
Denilmiştir ki; insanlar çeşitlidir. Tıpkı ağaçların bir olmadığı gibi. Onların da bir olmadığını müşahede edersin, Birinin tatlı meyvesi vardır. Diğerinin ise ne tadı, ne de meyvesi. Kişi ahiret kardeşi edinip kendisinden istifade edecek birini bulmadığında tek başına kalması daha evlâdır.
Nitekim ashâb-ı kirâmın güzidele rinden olan Ebuzer Gıfâri (r.a) şöyle demiştir: Tek başına kalmak, kötü arkadaştan daha hayırlıdır. Salih arkadaş ise, tek başına kalmaktan hayırlıdır'. Ebuzer'in bu sözü, merfû olarak da rivayet edilmiştir.48
Dindarlığın olmasına ve fâsıklığın olmamasına gelince... Allah Teâlâ 'Bana dönüş yapanın yoluna tâbi ol' (Lokman/15) bu yurmuştur. Bir de fâsıklığı ve fâsıkları görmek günahı kalbe ko laylaştırır. Kalbin günahtan duyduğu nefreti dumura uğratır. Nitekim Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: 'Bu tür kimselerin arkadaşlığında selâmet yoktur'. Selâmet ancak bunlardan uzak yaşamaktadır.
Ve boş söz konuşanlara rastgeldikleri zaman bulaşmadan, iyi bir şekilde yüz çevirip geçerler.
(Furkan/63)
Ayet-i celiledeki 'selâm' kelimesi 'selâmet' mânâsına gelir. Kelimedeki 'elif selâmet kelimesinde 'he' harfinin karşılığıdır. Ayetin mânâsı 'Onlar derler ki; biz sizin günahınızdan selâmette kaldık. Siz de bizim şerrimizden selâmette kaldınız'.
İşte buraya kadar zikrettiğimiz hasletler, kardeşliğin mânâ, şart ve faydalarından belirtmek istediklerimizdi.
Biz şimdilik kardeşliğin hakları, gerekleri ve o hakları yerine getirme yollarını açıklamaya dönelim.
Dünyaya haris olan bir kimsenin arkadaşlığı, öldürücü zehir dir. Zira tabiatlar, kendisini başkasına benzetmek ve başkasına uymak üzere yaratılmışlardır. Belki bir tabiat diğer tabiattan sahi binin haberi olmaksızın çalar. Bu bakımdan dünyaya haris olan bir kimse ile oturmak insanı hırsa sevkeder. Zâhid bir kimse ile oturmanın insanı dünyada zâhid yapmaya sevkettiği gibi... İşte bundan dolayıdır ki, dünya peşinde koşanların sohbeti mekruhtur. Ahirete teşvik edenlerin sohbeti de müstehabtır.
Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: İbâdet ve tâatları, Allah'tan uta nan bir kimse ile oturmak suretiyle ihya ediniz'.
Ahmed b. Hanbel (r.a) şöyle der: 'Beni belâya kendisinden utanmadığım bir kimsenin arkadaşlığı sürükler'.
Lokman Hekim, oğluna şöyle bir tavsiyede bulunmuştur: 'Ey oğul! Alimlerle beraber otur. Dizlerini onların dizlerine daya; zira kalpler hikmetle ölü arazinin yağmur damlalarıyla dirilmesi gibi dirilirler'.
45) Ebu Dâvud, Tirmizî ve Hâkim, (Ebu Hüreyre'den)
46) Alkame b. Amr b.Huseyn. Künyesi Ebu'l-fadl'dır. Kûfelidir. Güvenilir bir insan olmakla beraber garib hadisler rivayet etmiştir. H. 56 senesinde vefat etmiştir.
47) Eksem veya Ektem... Künyesi Ebu Muhammed Yahya b. Ektem b. Muhammed b. Kutam'dır. Meşhur bir kadı ve fakihtir. H. 43 senesinde 83 yaşında vefat etmiştir.
48) Hâkim, Menakıb) Beyhakî, Ebu Şeyh ve Ebu Hilâl el-Askerî, Emsâl, (Sadaka b. Ebi İmran'dan)

8 Şubat 2010 Pazartesi

Kur'an Okurken Riayet edilecek...

Kur'an okurken riayet edilecek Batini ameller beyanındadır
Bunlar 10 tanedir
1- Kelamın aslını anlamak
2-Ta'zimde bulunmak.
3-Huzur'u kalb,
4-Tedbir
5-Tefehhüm
6-Anlamasına engel olacak mânileri atmak
7-Tahsis, yâni kendisine hitab edildiğini bilmek.
8-Teessür.
9-Terakki,
10-Teberri s.796
Huzûr-ı kalb ve hâtıraları terketmek
“Ey Yahya kitâbı kuvvet ile al.” (19 Meryem.13)
âyeti celilesinin tefsirinde “cehd ve gayret “ okuduğu vakit, gönlünden her şeyi atarak akıl ve fikrini ona vererek okumak demektir. s.798
Birisine “Kur'an okuduğun zaman hatırına başka şeyler gelir mi?” diye sorduklarında, “Benim için Kur'an'dan daha sevimli bir şey yok ki hatırıma gelsin”. Diye cevap vermiştir.
Selefden bazıları, aklı başka yerde iken bir âyet okusa, onu iade eder ve tekrar huzûr ile okurdu. Bu hâl, yukarıda anlattığımız tazimden doğar.

Satranc-ı Urefa (Ariflerin Satrancı)



Satranc-ı Urefa (Ariflerin Satrancı)

Bir tasavvufu oyunu olan Şatranc-ı Urefa'nın, yani Ariflerin Satrancı'nın ünlü İslam mutasavvıfı Muhiddin Arabî (1165 – 1240) ya da Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi (1351 – 1422) tarafından icat edildiği varsa­yılmaktadır. Oyunu tasar­layan kişi­nin öğrencilerine insanın yaşadığı, geçirdiği çeşitli halleri / yaşantıları ve idrak seviyelerini öğretmeyi amaçla­dığı düşünülmektedir.



Şatranc-ı Urefa tek bir zar ve oyuncu sayısı kadar piyonla Kızma Birader oyununa benzer şekilde oynanır. Oyun tahtasında 10 x 10 + 1, toplam 101 kare bulunur. Amaç, gelen zardaki kadar basamağı iler­leyerek 101. basamağa yani “ Visale ” ulaşmaktır. Kimi basa­maklar sizi daha aşağıdaki basamaklara gönderirken, kimileri de ileriye götürür. Oyunun ilk ortaya çıkışında ileriye göndererek ödüllendiren basamaklar arasında kuşlar, geriye götürerek cezalandıran basamaklarda ise yılanlar çizili olduğundan “Yılanlı Dama” diye de anılır olmuş.



Oyuna başlamak için mutlaka 6 atmak gerekir. Böylece Zillet (hor görme, alçalma, aşağılık, alçaklık), Teessüf (acınma, yazıklanma), Rica (yalvarma), Kavga, Adavet (düşmanlık, hınç, kin) gibi hallerden geçilip, pişman olunarak Nedamet basamağına gelinerek oyuna başlamaya hak kazanılır. Bu İslam tasavvufunda Tanrı'ya ulaşmak için evrilmeye başlayan nefsin ilk uyanış derecesi olan nevfs-i levvame'ye karşılık gelmektedir. Yap­tıklarından ve kötü hallerinden pişmanlık duyan (levm eden) insan tasavvuf yoluna girer. 6. basamaktan sonra sırayla Hicran (ayrılık, acı), Gurbet (yabancı yer), Karar basamakları geçilerek ilk 10 basamakta fazla zorlan­madan ilerlenir ve 10. basamak olan Rıza 'ya (hoşnutluk, memnunluk, razı olma, istek) varılır, fakat 11. basa­makta Sohbet-i Sek 'e (biriyle köpek tabiatıyla, yani köpeklerin havlaması, hırlaması gibi kavga ederek görüş­mek) gelindiğinde 2. basamağa, Teesüf ' e geri dönülür. Eğer bu basamağı geçebilirseniz karşınıza Mihnet (sıkıntı, dert), Duzah (cehennem), Zeval (alçalış, sona erme), Zahmet (zor, yorgunluk), Meşakkat (güçlük) gibi dereceler çıkar. 21. basamakta karşılaşılan İstiğna (ihtiyaçsızlık taslama) sizi neredeyse en başa, 3. basa­maktaki Rica 'ya (yalvarma) geri götürür. Ödüllü basamaklardan ilkiyle 23'te karşılaşırsınız: Cefa (ayrılıkta bı­rakma, eziyet etme). Cefa çeken daha sonra Sefa süreceğinden doğrudan 31. basamağa gönderilir. Benzer bir şekilde 26. basamakta Fırsat 'ı yakalayan kişi Tecrübe kazanmak için doğrudan 56. basamağa yollanır.



Oyun 26. basamaktan sonra zorlaşır: Rakip (başka birisiyle aynı şeye istekli olma) olunursa, ayrılık acısının çekildiği 7. basamaktaki Hicran sizi beklemektedir ya da birilerinin arasına Nifak ( ayrımcılık ) sokuyorsanız, 6. basamaktaki Nedamet (Pişmanlık) sizi buyur (!) eder. 39. basamağa kadar devam eden cezalar kısmını geç­mek çok zordur, fakat bu aşamaları bir geçerseniz işiniz kolaylaşır ve maneviyat basamaklarında ileri doğru hızla yol alırsınız. Bu arada karşılaşabileceğiniz haller olan 43. basamaktaki Kemâl (olgunluk, tamlık, bilgi, fazilet) 5. basamaktaki Adavet' e (düşmanlık, hınç, kin), 91. basamaktaki Gurur (boş, beyhude şeye güvenip aldanma, boş şeylerle övünme) en başa gönderir ve neredeyse bitiriyorken sizi Rıza 'ya yollayan 100. basa­maktaki Kazâ insanı aşağılara çekmek için bekliyordur.



Yukarıdaki basamaklarda sonuca yaklaştıran hâller de vardır. Örneğin 89'daki İzzet (yükseklik, aziz olmak, saygı, ikram, yücelik, kudret) 98'deki Bad-ı Aşk 'a (aşk fırtınası), 90'daki Vahdet (birlik, bir ve tek olma, kendi kendine kalış) 99'daki Halet 'e (takdir, hal olmanın ve bulunmanın türlüsü) kadar gitmenizi sağlar. Bunların ara­sında en ilginci 87'deki Muhabbet ' tir (sevme, sevgi, dostluk, dostça konuşma). Bu basamağın altında “BUYRUN VİSALE” yazmaktadır ve sizi doğrudan oyunun bitiş noktası olan VİSAL 'E ( dosta ermek, sevgide kavuşmak ) taşımaktadır.



Oyun yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı gibi kazanma gayesiyle oynanacak bir oyun olmaktansa insanın kendini tanımasını amaçlamaktadır.


Nurettin Selsil
http://selsil.blogspot.com/ dan alınmıştır.

26 Ocak 2010 Salı

Rızık Duaları

Kainatın her tarafında Allah’ın koyduğu kanunlar, cari olduğu gibi, rızkın taksiminde de yine Allah’ın kanunları...
2008-03-03
Kainatın her tarafında Allah’ın koyduğu kanunlar, cari olduğu gibi, rızkın taksiminde de yine Allah’ın kanunları geçerlidir. Mesela rızkı hırs ile isteyenlerin rızkında darlık, sebeplere müracaat ettikten sonra tevekkül ile isteyip beklemek ise, rızıkta bolluk meydana getirir. Bu ilahi kanun ile görüyoruz ki, bir insan çok mal istiyorsa sebeplere müracaat edecek ve tevekkül ile isteyecektir. Bu kanuna müracaat edenlerin rızıklarında genişlik meydana gelecektir.
Bir Müslüman, çalışmadan kazanılamayacağını bilerek, dünya işleri için gerekli bütün tedbirleri aldığı gibi, ibadet etmeden ve Allah’ın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmadan da cennete gidilemeyeceğini bilerek kulluk vazifesini yerine getirir ve sonunda Allah’a tevekkül eder.
Tevekkül, sebeplere teşebbüs ettikten ve gerekli bütün tedbirleri aldıktan sonra, Cenab-ı Hakk’ın verdiği neticeye razı olmaktır. Böyle bir insan huzurlu yaşar, maişet noktasında endişeye kapılarak ruhuna elem çektirmez, Peygamberimizin şu hadis-i şerifi ona büyük bir ümit kaynağı olur: “Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül ederseniz, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırır.”
Tevekkül hiçbir zaman çalışmayı, sebeplere teşebbüs etmeyi men etmez. Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de: “Doğrusu, insan için kendi çalışmasından (gayretinin neticesinden) başka bir şey yoktur” (Necm Sûresi, 39) buyurmuştur.
Bir adam Peygamberimize (a.s.m.) gelerek, “Ben devemi salı vererek mi tevekkül edeyim, yoksa bağlayarak mı?” demiştir. Efendimiz ise, “Deveni bağla sonra tevekkül et” (Tirmizi, Kıyamet, 60) buyurmuş, böylece tevekkülün ölçüsünü en güzel şekilde ortaya koymuştur.
Rızkın genişlemesi ve bereketlenmesi için bazı tavsiyeler:
1- İnsana verilen maddi ve manevi, bedensel ve ruhsal, içimizde ve dışımızda olan her nimetin kıymetini bilmek. Onun bize Allah’ın bir ikramı, ihsanı ve lütfu olduğunu asla unutmamak. Çünkü nimeti vereni bilmek manevi bir şükürdür.
2- İsraf etmemek. Zaruri olmayan alış verişleri azaltmak ve sadece helal dairesinde harcama yapmak.
3- İman ve İslam esaslarını anlatan eserleri okumak ve aile içinde çoluk çocukla beraber imani, ahlaki ve diğer faydalı konularda sohbetler etmek.
4- Namazı tadili erkan ile kılmak. Hadis- Şerifte “Bir adamı namazın ruku ve secdesini hafifletir (tadili erkanı terk eder) görürseniz onun çoluk çocuğuna acıyınız”(Ruhul Beyan) Yani tadili erkanı terk eden maişet darlığına düşer, tadili erkana riayet eden ise maişet genişliğine kavuşur.
5- Namazlardan sonra okunması sünnet olan tesbihatı (33 sübhanellah, 33 elhamdülillah, 33 Allah-u Ekber) okumayı asla terke etmemek. Çünkü kelime-i tenzih (sübhanellah) günahları söküp atar, kelime-i tahmid (Elhamdülillah) her türlü nimete şükürdür, kelime-i tekbir (Allahu Ekber) ise kulun ibadetini ve tevbesini Allahu Tealaya layık hale getirir.
6- Zekatını tam, hatta fazla fazla vermek. Malın şükrü mal iledir. Yani zekat, malın şükrüdür. Toprak mahsullerinin zekatı onda birdir ve “öşür” diye isimlendirilmiştir, ticari malların ve paranın zekatı ise kırkta birdir. Şükür ise malın artmasına sebeptir. Ayeti Kerimede “…Eğer nimetime şükrederseniz onu elbette ve elbette çoğaltırım…” (İbrahim Suresi, 7) buyurmuştur. Yani zekat, malı hem telef olmaktan muhafaza eder, hem de ilahi hazineden artmasını temin eder,
7- Sabah vakti uyanık olmak. Hadis-i Şerif “Sabah uykusu rızka manidir” (Tergib) Yani bir müslüman sabah namazını ve manevi ilticalarını ihmal etmemelidir.
8- Vakıa suresini okumaya devam etmek. Hadisi Şerif “Kim ki vakıa süresini her gece okursa ona ebediyyen sefalet isabet etmez, kim ki bu sureyi her sabah okursa ona ebediyyen fakirlik yaklaşmaz.” (Havassul Kuran-İmamı Ya’fi)
9- Kuşluk namazına devam etmek.
10- Kazancın da helal olması gerekir. Az da olsa haram karışmasına engel olmak.
11- Akrabaları ziyaret etmek, onların maddi ve manevi ihtiyaçlarına yardımcı olmak.
12- Misafir kabul etmek, özellikle fakir ve muhtaçlara destek olmak ve onları evine alarak bir yudum su da olsa ikramda bulunmak.
Hırs etmemek, tevekkül ve kanaat etmek
Hırs, sebeb-i haybettir ve illet ve zillettir ve mahrumiyet ve sefaleti getirir. Evet her milletten ziyade hırs ile dünyaya saldıran Yahudi Milletinin zillet ve sefaleti, bu hükme bir şahid-i katı'dır. Evet hırs, zîhayat âleminde en geniş bir daireden tut, tâ en cüz'î bir ferde kadar sû'-i tesirini gösterir.
Tevekkülvari taleb-i rızk ise, bilakis medar-ı rahattır ve her yerde hüsn-ü tesirini gösterir. İşte bir nevi zîhayat ve rızka muhtaç olan meyvedar ağaçlar ve nebatlar, tevekkülvari, kanaatkârane yerlerinde durup hırs göstermediklerinden, rızıkları onlara koşup geliyor. Hayvanlardan pek fazla evlâd besliyorlar.
Hayvanat ise, hırs ile rızıkları peşinde koştukları için, pek çok zahmet ve noksaniyet ile rızıklarını elde edebiliyorlar. Hem hayvanat dairesi içinde za'f u acz lisan-ı haliyle tevekkül eden yavruların meşru' ve mükemmel ve latif rızıkları hazine-i rahmetten verilmesi; ve hırs ile rızıklarına saldıran canavarların gayr-ı meşru ve pek çok zahmet ile kazandıkları nâhoş rızıkları gösteriyor ki:
Hırs, sebeb-i mahrumiyettir; tevekkül ve kanaat ise, vesile-i rahmettir.
Hem daire-i insaniye içinde her milletten ziyade hırs ile dünyaya yapışan ve aşk ile hayat-ı dünyeviyeye bağlanan Yahudi Milleti pek çok zahmet ile kazandığı, kendine faidesi az, yalnız hazinedarlık ettiği gayr-ı meşru bir servet-i ribaî ile bütün milletlerden yedikleri sille-i zillet ü sefalet, katl ü ihanet gösteriyor ki: Hırs maden-i zillet ve hasarettir.
Hem harîs bir insan, her vakit hasarete düştüğüne dair o kadar vakıalar var ki, “hırs sebeb-i hasarettir ve vesile-i haybettir” darb-ı mesel hükmüne geçmiş, umumun nazarında bir hakikat-ı âmme olarak kabul edilmiştir. Madem öyledir; eğer malı çok seversen, hırs ile değil, belki kanaat ile malı taleb et, tâ çok gelsin.
Ehl-i kanaat ile ehl-i hırs, iki şahsa benzer ki; büyük bir zâtın divanhanesine giriyorlar. Birisi kalbinden der: "Beni yalnız kabul etsin, dışarıdaki soğuktan kurtulsam bana kâfidir. En aşağıdaki iskemleyi de bana verseler, lütuftur.
"İkinci adam güya bir hakkı varmış gibi ve herkes ona hürmet etmeye mecbur imiş gibi mağrurane der ki: "Bana en yukarı iskemleyi vermeli." O hırs ile girer, gözünü yukarı mevkilere diker, onlara gitmek ister. Fakat divanhane sahibi onu geri döndürüp aşağı oturtur. Ona teşekkür lâzımken, teşekküre bedel kalbinden kızıyor. Teşekkür değil, bilakis hane sahibini tenkid ediyor. Hane sahibi de ondan istiskal ediyor.
Birinci adam mütevaziane giriyor; en aşağıdaki iskemleye oturmak istiyor. Onun o kanaati, divanhane sahibinin hoşuna gidiyor. "Daha yukarı iskemleye buyurun" der. O da gittikçe teşekküratını ziyadeleştirir, memnuniyeti tezayüd eder.
İşte dünya bir divanhane-i Rahman'dır. Zemin yüzü, bir sofra-yı rahmettir. Derecat-ı erzak ve meratib-i nimet dahi, iskemleler hükmündedir.
Hem en cüz'î işlerde de herkes hırsın sû'-i tesirini hissedebilir. Meselâ: İki dilenci bir şey istedikleri vakit, hırs ile ilhah eden dilenciden istiskal edip vermemek; diğer sâkin dilenciye merhamet edip vermek, herkes kalbinde hisseder. Hem meselâ: Gecede uykun kaçmış, sen yatmak istesen, lâkayd kalsan uykun gelebilir. Eğer hırs ile uyku istesen:
"Aman yatayım, aman yatayım" dersen, bütün bütün uykunu kaçırırsın. Hem meselâ: Mühim bir netice için birisini hırs ile beklersin; "Aman gelmedi, aman gelmedi" deyip en nihayet hırs senin sabrını tüketip kalkar gidersin; bir dakika sonra o adam gelir; fakat beklediğin o mühim netice bozulur.
Şu hâdisatın sırrı şudur ki: Nasılki bir ekmeğin vücudu, tarla, harman, değirmen, fırına terettüb eder. Öyle de: Tertib-i eşyada bir teenni-i hikmet vardır. Hırs sebebiyle teenni ile hareket etmediği için, o tertibli eşyadaki manevî basamakları müraat etmez; ya atlar düşer veyahut bir basamağı noksan bırakır; maksada çıkamaz. (Mektubat, 272)
GEÇİM DARLIĞI (FAKİRLİK) ÇEKENİN OKUYACAĞI DUALAR
1. "Allâhümme ikfînî bi helâlike an harâmike, ve emnî bi fazlike ammen sivâke." (Hz. Ali'den-Tirmizi, Daavât 121)
ANLAMI: "Allâhım, helâlinle beni haramından koru. Lûtfunla beni Senden başkasına muhtaç etme."
2. "Bismillâhi alâ nefsî ve mâlî ve dînî. Allâhümme raddınî bi kazâike, ve bârik lî fi mâ kuddira lî, hattâ lâ uhibbe ta'cîle mâ ahharte, ve te'hîra mâ accelte."
ANLAMI: "Kendim, malım ve dînim hakkında her işe Allah'ın adıyla başlarım. Allah'ım, hükmüne beni razı et. Benim için uygun gördüğün şeyleri hakkımda mübarek eyle. Tâ ki; benim için öne aldıklarını geri bırakmanı, geriye bıraktıklarını da öne almanı istemeyeyim."
3. "Allâhümme innî eûzü bi vechike'l-kerîm, ve is-mike'1-azîm, mine'l-küfri ve'1-fakri." (Hz. Ali'den-Tirmizi, Daavât 121)
ANLAMI: "Allah'ım, küfürden ve fakirlikten Senin keremine ve büyüklüğüne sığınırım."
BORCA BOĞULANIN OKUYACAĞI DUA
Borç yükünden beli bükülmüş bir kişi Hz. Ali'ye (ra) gelerek kendisine yardımcı olmasını istemişti. Hz. Ali (ra) kendisine şöyle demiştir:
Rasûlüllâh'ın bana öğrettiği bir duayı sana öğreteyim de, üzerinde Sebîr dağı kadar borç olsa Allah Teâlâ o borcu Ödemen için yardım eder." demiş ve aşağıdaki duâ'ya devam etmesini tavsiye etmiştir:
1. "Allâhümme ikfinî bi helâlike an harâmike, ve emnî bi fazlike ammen sivâke." (Hz. Ali'den (ra) Tirmizi, Daavât 121)
ANLAMI: "Allah'ım, helâlinden bana yetecek kadar vererek beni haramından koru. Lûtfunla beni Senden başkasına muhtaç etme."
2. Peygamber Efendimiz (sav) bir gün mescide girdi. Orada ashabdan Ebû Ümâme'yi gördü. Ona;
- Ey Ebû Umâme, namaz vakti olmadığı halde neden burada oturuyorsun?" diye sordu. O da:
- Sıkıntı ve borç içindeyim Yâ Kasûlâllah!" dedi. Bunun üzerine Efendimiz ona aşağıdaki duayı sabah - akşam tekrarlamasını tavsiye buyurdular:
"Allâhümme innî eûzü bike mine'l-hemmi, ve'l-huzni, ve eûzü bike mine'I-aczi ve'1-keseli; ve eûzü bike mine'l-cübni ve'I-buhli, ve eûzü bike miıığalebeti'd-deyni ve kahri'r-ricâli."
ANLAMI: "Allah'ım, dünya ve âhirette gam ve kederden Sana sığınırım: Acizlikten ve tembellikten Sana sığınırım. Korkaklıktan ve cimrilikten Sana sığınırım. Borç altında ezilmekten ve insanların beni aşağılamasından Sana sığınırım."
Nitekim bu duâ'ya devam eden Ebû Umâme (ra) kısa bir zaman sonra borçlarından kurtulduğunu haber vermektedir.
AÇIKLAMA: Burada dikkatimizi çeken bir durum vardır. Peygamber Efendimiz (sav) borç'tan önce beş özellikten Allah'a sığınmayı tavsiye etmiştir. Bu beş özellik, fakirliğin ve borçlanmanın sebepleridir. Önce sebeplerden, yani üzüntü, acizlik, tembellik, korkaklık ve cimrilikten Allah'a sığınmayı tavsiye etmiştir.
Sığınmak, bu özellikleri terk etmek demektir. Yani bir insan, onları terk ederse bunların sonunda borçtan kurtulmak çok daha kolay hale gelir. Yani Peygamber Efendimiz (sav), çalışmadan, sebeplerine yapışmadan oturduğu yerde bir borçtan kurtuluş beklemeyi değil borçluluğun sebeplerini ortadan kaldırmaya çalışmayı tavsiye etmiştir.
Dualar bize hedef gösterir:
Allah Rasulü (s.a.v.) bir gün mescidde Ebu Ümatne el-Bâhilıyi, gayet sarsık şekilde otururken görür. Sebebini sorduğunda "fakirlik" cevabını alır. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) ona şu duayı öğretir: Mealen "Allah'ım tasadan ve hüzünden, tembellikten ve acizlikten, korkaklıktan ve cimrilikten, borç altında ezilmekten ve insanların bana galebesinden Sana sığınırım." Bu cümleleri tek tek ele alarak, fakirlikle ilgisini veya insana hedef göstermesini birlikte inceleyebiliriz:
"Allah'ım tasadan, gamdan, hüzünden Sana sığınırım"; şimdi tasa, gam ve hüzünden Allah'a sığınan bir insan, -afedersiniz- gidip yan gelip yatar mı? Tasa ve hüzne sevkedecek şeylere kendini hiç kaptırır mı? Aksine kalkar, bunlardan kurtulmanın yollarını mı araştırır?
"Tembellikten ve acizlikten Sana sığınırım"; fakirlik deyip bir kenarda -velev ki bu mescid, hatta mescid-i nebevî bite olsa oturmak ve elâlemin avucuna bakmak tembellik ve acizlik değil midir?
"Korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım" ve son olarak "borç altında kalmaktan ve insanların baskısından (galebesinden) Sana sığınırım. "
Görüldüğü gibi bu duanın bütün öğeleri, fakirlikten mescide sığınan bir insana, ondan kurtulma yollan göstermenin yanında aynı zamanda hedef veriyor. Artık bu safhada kula düşen, dua ettiği şeyleri fiiliyata dökmekten ibarettir. (M. Fethullah Gülen)
3. Hz. Âişe (ra), Peygamber Efendimiz'in (sav) aşağıdaki duâ'yı kendisine öğrettiğini ve: "Uhud dağı kadar borcun olsa da, bu duâ'ya devam edersen, Allah Teâlâ Sana o borcu Ödemen konusunda yardım eder." buyurduğunu söylemiştir:
"Allâhümme fârice'l-hemmi, kâşife'l-ğammi, mucibe da'veti'l-muzdarrîn, rahmâne'd-dünyâ ve'1-âhireti ve rahîmehümâ, ente terhamünî, fe'rhamnî. Bi rahme-tike tuğnînî bihâ an rahmeti men sivâke,"
ANLAMI: "Tasayı açan, kederi gideren, darda kalanların duasına icabet eden, dünya ve âhiretin Rahman ve Rahîm'i olan Allah'ım; bana merhamet eden Sensin. Senden başkalarının merhametine ihtiyaç bırakmayacak rahmetinle bana merhamet eyle. Beni borç sıkıntısından kurtar ve beni borçlanacak hallere düşürme."
4. "Allâhümme innî eûzü bike mine'l-hemmi, ve'l-hazeni ve'1-aczi, ve'1-keseli, ve'1-buhli, ve dalai'd-deyni ve ğalebeti'r-ricâl."
ANLAMI: "Allah'ım, sıkıntıdan, üzüntüden, güçsüzlükten, tenbellikten, cimrilikten, borcun yükünden ve kişilerin tahakkümünden Sana sığınırım."
5. "Ey mülk'ün sahibi Allah'ım! Sen malı ve mülkü dilediğine verir, dilediğinden de alırsın. Dilediğin kulunu azız, dilediğin kulunu zelîl edersin. Hayır, Senin elindedir. Şüphesiz Senin her şeye gücün yeter." (Âl-i İmrân, 3126)
RIZIK DARALDIĞINDA OKUNACAK DUA
"Allâhümme raddmî bi kazâike ve bârik lî fi mâ kuddira lî hattâ lâ uhibbe ta'cîle mâ ahharte ve lâ te'hîra accelte."
ANLAMI: "Allah'ım, beni hükmüne razı kıl ve bana takdir olunanda bereket ihsan eyle ki, ben senin geri bıraktığını öne almanı, Öne aldığım da geri bırakmanı istemeyeyim." (Bilal Eren, Açıklamalı Dua Hazinesi)

Rızık Bolluğu için

1-Namazı tadili erkan ile kılmak. Hadis- Şerifte “Bir adamı namazın ruku ve secdesini hafifletir (tadili erkanı terk eder) görürseniz onun çoluk çocuğuna acıyınız”(Ruhul Beyan) Yani tadili erkanı terk eden maişet darlığına düşer, tadili erkana riayet eden ise maişet genişliğine kavuşur.
2- Zekatını tam, hatta fazla fazla vermek. Malın şükrü mal iledir. Yani zekat, malın şükrüdür. Toprak mahsullerinin zekatı onda birdir ve “öşür” diye isimlendirilmiştir, ticari malların ve paranın zekatı ise kırkta birdir. Şükür ise malın artmasına sebeptir. Ayeti Kerimede “…Eğer nimetime şükrederseniz onu elbette ve elbette çoğaltırım…” (Sure-i İbrahim 7) buyurmuştur. Yani zekat, malı hem telef olmaktan muhafaza eder, hem de ilahi hazineden artmasını temin eder,
3- Sabah vakti uyanık olmak. Hadis-i Şerif “Sabah uykusu rızka manidir” (Tergib) Yani bir müslüman sabah namazını ve manevi ilticalarını ihmal etmemelidir.
4- Vakıa suresini okumaya devam etmek. Hadisi Şerif “Kim ki vakıa süresini her gece okursa ona ebediyyen sefalet isabet etmez, kim ki bu sureyi her sabah okursa ona ebediyyen fakirlik yaklaşmaz.” (Havassul Kuran-İmamı Ya’fi)
5- Duha namazına devam etmek. Duha namazı güneş doğduktan 45dakika sonra başlayıp öğle namazına 15 dakika kalıncaya kadar kılınan ve en büyük fiili teşekkür olan 6 rekatlık nafile namazdır. Duha (teşekkür) namazının ilahi ücretinin %75’i dünyada verilir.
6- Geçim darlığı çeken ve borçlarını ödemekte zorlanan kimselerin Allah rızası için kurban keserek ve o kurbanı tasadduk ederek tıkanıklığı açmaya çalışmaları ehlullahın tavsiyesidir.
7- Güneş doğarken 1 “Euzu”, 300 “besmele” ve 100 “salavat-ı şerife” okumaya devam edenleri ummadıkları yerden Allahu Teala rızıklandırır ve bir sene geçmeden zengin (nisaba malik) hale getirir.(Tefcirut Tesnim Sh.18)
8- Namazlardan sonra okunması sünnet olan tesbihatı (33 sübhanellah, 33 elhamdülillah, 33 Allah-u Ekber) okumayı asla terke etmemek. Çünkü kelime-i tenzih (sübhanellah) günahları söküp atar, kelime-i tahmid (Elhamdülillah) her türlü nimete şükürdür, kelime-i tekbir (Allahu Ekber) ise kulun ibadetini ve tevbesini Allahu Tealaya layık hale getirir.
9- Yemeklerden sonra mutlaka yemek duası yapmak. (Mümkünse Ebül-fâruk Hz. nin tavsiye ettiği yemek duasını okumak) Çünkü bu dua hem şükür hem de rızık duasıdır. Duaya başlarken 3 kere “elhamdülillah” denilmesinde ki hikmet: Kul birinci defa ‘elhamdülillah’ dediğinde Cenab-ı Hak ‘Kulumun şükrü bana ulaştı’ der, ikinci defa ‘elhamdülillah’ dediğinde ‘sana nimetlerimi artıracağım’ der, üçüncü defa ‘elhamdülillah’ dediğinde ise ‘kulumu affettim’ der.
10- Nimeti israf etmemek, ayakta su içmemek, ekmek kırığını toplamak ve tabağı sünnetlemek. Ebül- fâruk Hz. ekmek kırığı konusunda talebelerini şiddetle ve mübalağa ile tahzir etmişlerdir (ikaz etmişlerdir)

Zernuci'de Eğitim

Kitab adı : TÜRK İSLÂM EĞİTİMCİSİ ZERNÛCİ
Yazan : Dr.Mehmet Tütüncü
TÜRK İSLAM EĞİTİMCİSİ ZERNÛCİ
İnsanın bilgili veya bilgisiz, mesut veya bedbaht , iyimser veya kötümser, insanlara faydalı veya zararlı oluşu, hep onun almış olduğu eğitime bağlıdır. Milletlerin ilerlemesi ve gerilemesinde de eğitimin rolü büyüktür. Hangi millet ki, genç nesline arzulanan ölçüde seviyeli ve kaliteli bir eğitim verebilmişse, o millet o nisbette yükselmiş ve huzura kavuşmuştur.
Günümüz insanını da fazlaca düşündüren problemlerden biri belki de en önemlisi eğitim problemi, eğitimin nasıl verileceği ve ne şekilde verilirse daha faydalı olacağı problemidir. Bunun için zaman zaman eğitim proğramlarını milli seciyemize ve tarihimize uygun bir kültürün oluşturulması gerektiği ifade edilmiş gözü kapalı batı taklitçiliğinin milletin kendinde olanı geliştirmesine imkân vermeyeceği vurgulanmıştır.
Zernuci Hayatı
Zernuci, hicri VII. Asırda yaşamış, doğu İslâm aleminde (Mâverâu'n-nehir'de ilk defa olarak hanifî mezhebine göre didaktiğin (öğretim metodlarının) konularını ortaya koyup incelemiş ve bu sûretle İslâm eğitim tarihinde iz bırakmış bir şahsiyettir. Böylece zernûci, İslâm eğitim tarihinde eğitim ve öğretim faaliyetlerini sistemli bir şekilde orataya koyan ve bu konuda eser veren üçüncü şahıs olarak görülmektedir. (s.35)
Derse Başlama günü konusunda Şeyh Ebû Yûsuf el Hemedânî'den şöyle nakleder: İtimad edilir ki bir kimseden ben şöyle duymuştum. El_Hemedânî işlerini çarşamba gününe rastlatırdı. Bunun sebebi çarşamba gününün, Allah'ın içinde nur yarattığı bir gün oluşudur. Nurlu olan bu gün, kâfirler için uğursuz ve mübarek sayılmayan bir gündür. Kâfirler için mübarek olmayan gün ise mü'minler için bereketli bir gündür. (s.75)
(TÜRK İSLÂM EĞİTİMCİSİ ZERNÛCİ'den)
Kur'an ve Hadislere göre ideal insanın Psikolojik Vasıfları:
Allah'a inanan
Allah'tan en çok korkan
Allah'ın azabından hiçbir zaman emin olmayan
Allah'ın rızasını kazanmaya çalışan
sabreden
Sabrı tavsiye eden
Bollukta da darlıkta da sabreden
Öfkelerini yenen ve insanların kusurlarını affeden
yeryüzünde gururlanmayarak mütevazi yürüyen
Mü'min, Mütevazi, Cömert, Güzel ahlâk sahibi
Müsibet anında Allah'a teslimiyet gösteren
Fakir olduğu halde bütün gayretiyle çalışan
İnsnaların eza ve cefalarına sabreden
Bütün zorluklara rağmen dinde sebat gösteren
İnsanlara en çok faydalı olan ve onların ihtiyaçlarını gideren
Her zaman insanlara faydası dokunan
Allah rızası için nefsi ve malı ile cihad eden, insanlara zarar vermeyen
Kötülükten sakınan
insanlar ideal insan olarak kabul edilir.
Kur'an ve Hadislere göre İdeal İnsanın Psikolojik Vasıfları:
Kur'an-ı Kerim ve Hadisi Şerifler insan psikolojisini ele alırken, onun birtakım duyguları, eğitimleri, hayallerle dolu canlı bir iç âleminin varlığına işaret ederek organizmalarının gerek kendi içlerinden, gerekse dış dünyâdan gelen etkiler karşısında yaptıkları davranışlarını tesbit eder. Bu tesbit neticesinde insanın değişen iki psikolojik davranış içerisinde bulunduğunu, bu davranışlarının bir kısmı organizmasının içinden gelen ve onu faaliyete sevkeden fizyolojik sürükleyiciler, (açlık, susuzluk ) birtakım ihtiraslar(çocuk, altın, gümüş, at, deve, ve ekine karşı) diğer bir kısmı ise sosyal kaynaklı psikolojik duygular (birlikte yaşama, üstün olma, güven, korku, ferağat, şefkat, merhamet, adalet, cömertlik, cimrilik, kıskançlık, kin ve nefret, husûmet) olduğunu belirtir.
Böylece fertlerin bazan arzularına boyun eğdiğini, şımarıp gururlandığını, bazen ümitsizlenip sızlanıp duâ ve niyâzda bulunduğunu, hevâ ve hevesinin, şehvet ve gadabının esiri olduğunu, bazan cömertleşip şefkât, merhamet, adâlet ferâgat duygularıyla dolup taştığını haber verir.
Kısaca insanın içine düştüğü zor durumlarda gösterdiği bu taşkın ve menfî tutumlarının disipline edilerek bu duyguların kendisine ve başkalarına zarar vermeyecek sınırlar içinde tutulması gerektiğine dikkât çekilmiş ve bu durumun düzeltilmesinin ancak iyi bir eğitim ve kontrolle mümkün olacağı gerçeği vurgulanmıştır.
Diğer taraftan ideal insandaki müspet tutum ve davranışların da aynı ölçüler içinde aşırılığa kaçmayacak derecede kontrol ve disipline edilmesinin önemi üzerinde durulmuştur. Aynı şekilde bu durumun da iyi bir eğitimle kontrol altına alınabileceğine işaret edilmiştir.
Kitab adı : TÜRK İSLÂM EĞİTİMCİSİ ZERNÛCİ
Yazan : Dr.Mehmet Tütüncü
İSTİŞARENİN ÖNEMİ
Her işte istişarenin lüzumuna da temas edilerek Hz. Peygamberin bile insanların en zekisi olmasına rağmen istişare ile emrolunduğu ilim tahsilinin bütün işlerin en yücesi ve zoru olması hasebiyle bu konuda istişarenin daha da lüzumu belirtiliyor.
ARKADAŞ SEÇİMİ
Arkadaş seçimindede çalışkan, günahlardan sakınan, doğru ve anlayışlı, tembellikten, gevezelikten, bozgunculuktan ve fitneden uzak olanları tercih edilmeli deniliyor.
EGİTİMDE KİTABA SAYGI
Kitaba saygı göstermenin de hocaya ve ilme saygı göstermek mesabesinde olduğu belirtilerek kitaba saygının da ancak onu temiz tutmakla oalcağına Şemsü'l -Eimme el-halvânî'nin : Ben ilimdeki bu mertebeye ancak saygıyla ulaştım. Hayatımda abdestsiz bir kağıdı bile elime almış değilim. Sözü ile işâret edilmektedir.
(s.49)

Zikrin Faydaları

Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: "Kalpler ancak zikrullah ile mutmain olur." (Ra’d; 28)
1) Zikir şeytanı kovar.2) Allah-u Zülcelal zikreden kulundan razı olur.3) Zikir kalbe huzur, sürur ve genişlik verir.4) Zikir kalpten gam, kaygı, gussa ve kederleri giderir.5) Kalbi ve yüzü nurlandırır.6) Kalbi ve bedeni kuvvetlendirir.7) Rızkı celbeder. Cenab-ı Hak esbabına halk ile kolaylıkla merzuk olur.8) Zikir sahibine mahabbet, halavet, güzellik ve parlaklık verir.9) Ruh-u İslâm olan zakire Allah-u Tealâ sevgisini ihsan eder. O muhabbet ki saadet ve necattır. Her şeyin bir sebebi vardır. ‘Muhabbet-i İlâhiye’ ye sebep de zikrullahın dil ve kalp ile devamıdır.10) Zikir, murakabeyi, tefekkürü, düşünmeyi getirir tâ ki ihsan kapısından içeri sokar. İhsan ise en yüksek makamdır. 11) Zikrullah sebebiyle kalbinde büyük bir marifet-i ilâhiye kapısı açılır. Ve zikrini artırdıkça marifetullah da o nisbette artar.12) Zikir, zakirin kalbinde Allah-u Zülcelal'in heybet, azâmet, celal ve tazimini artırır. 13) Zikir Allah'a tevbeyi iras eder. Bu ise Allah-u Zülcelal'e rücûdur. Kalbe tesir eder, sığınağı, ilticagahı ve kalbin kıblesi olur.14) Zakir, zikri kadar Allah-u Zülcelal'e kurbiyet hasıl eder.15) Zikir Allah-u Teala'nın kendisini (zikredeni) zikrine sebep olur. Zikrullah'da başka bir fayda olmasa da: "Allah-u Zülcelal'in kulunu zikretmesi nimeti ve şerefi o kul için kâfidir."16) Zikir kalbin hayatiyetini artırır. Zikir kalp için çok lazımdır ve kalp ona muhtaçtır. Balığın suya muhtaç olduğu gibi.17) Zikrullah kalbe cila verir, paslarını giderir. Kalbin pası gaflet ve hevasına uymaktır. Cilâsıda tevbe, istiğfar ve zikrullahtır.18) Zikrullah hata ve günahları siler. Çünkü ayet-i kerimede: "Şüphesiz ki güzel ameller kötülükleri giderir." (Hud;; 114) buyrulmuştur.19) Zikir kul ile Allah arasındaki korku ve haşyeti giderir ve Allah-u Zülcelal ile ünsiyet (yakınlık) sağlar.20) Kul Allah'ı genişlik ve rahatlık zamanında zikreder de sonra ona bir darlık veya sıkıntı gelip Allah'a yalvarmaya başladığı zaman melekler ona yardmcı olurlar.21) Zikir, kulu ilahî azaptan kurtaracak yegâne bir ibadettir.22) Zikir, sekîne, vakar ve rahmeti ilâhinin kendisini kuşatmasına, meleklerin de kendisini ziyaret ve tavaf etmelerine sebep olur.23) Zikir dilin, gıybet, nemime, yalan, fuhuş ve faydasız sözlerden korunmasına sebep olur. 24) Zikir meclisleri meleklerin de bulunduğu meclislerdir. Gaflet içinde boş ve faydasız sözlere sahne olan meclisler ise şeytanların meclisleridir. Kişi hangisini seçerse ahirette onlarla beraber haşrolur.25) Zâkir zikriyle said olur ve onlarla oturanlar da said olurlar. Gaflet ve günah meclislerinde oturursa şâki olur.26) Zakirler kıyamet gününde hasret ve nedametten emin olurlar. 27) Zâkir, zikrederken (bilhassa tenhada) ağlasa kıyamet gününde arşın gölgesinde olur.28) Zikirle meşgul olana istemeden, isteyenlere verilenden daha âlası ve efdali verilir. 29) Zikir, ibadetlerin en kolayı ve efdalidir. 30) Cennetin ağaçları, yapılan zikir ve tesbihlerle vücuda gelir.31) Zikreden kullara verilen atiyye (ikram) ve ihsanları başka amellerle elde etmek mümkün değildir. 32) Zikrullah insanı muhakkak Allah'a doğru seyr ettirir. İster sokakta ister yatakta, her zaman, her yerde, dilde ve gönülde Allah ve Allah'ın rızası olmalıdır.33) Şu muhakkaktır ki, zikrullah her tarikatta ve tasavvuf ehlinin indinde bütün usul ve kaidelerin ve edeplerin başıdır. Velâyet alâmetidir. Her kime ki zikrullah kapısı açılır, hiç şüphe yoktur ki; ona Allah-u Teâlâ’nın huzuruna dahil olunacak bütün kapılar açılır. Öyleyse sen de temizlen de Rabbinin huzuruna gir. Her istediğini orada bulursun. Rabbini bulan her şeyi bulur, Rabbini unutan her şeyden mahrum kalır.34) Zikrullah muhakak bir ağaca benzer ki; ondan irfan ve haller yetişir. 35) Zikreden, zikrettiğine yakındır. Zakir Allah-u Zülcelal'i zikrettiği müddetçe O'nunla beraberdir.36) Allah-u Zülcelal'in müttaki kullarından en çok ikrama layık olanlar, dilleri Allah-u Zülcelal'in zikri ile meşgul olanlardır.37) Muhakkakki beşeriyetin gereği kalplerde kasvet, zulmet ve merhametsizlik gibi hastalıklar olur. Bu hastalıkların tedavisi ise ancak Zikrullah ile mümkündür. 38) Zikrullahta kalplere şifa vardır. Kalbin yegane ilacıdır. Gaflet ise kalbin hastalığıdır. Hasta kalplerin devası ve şifası zikrullahtır. Çünkü kalp, nur mahallidir; daima nur ister.39) Muhakkak zikrullah, Allah-u Zülcelal'e olan dostluğun başı ve esasıdır, gaflet ise, Hakkın buğzunun sebebi ve esasıdır.40) Muhakkak Allah-u Zülcelal kendini zikreden kulunu sevinç ve surura kavuşturmuş olduğu halde cennetine koyar.41) Zikrullah, muhakkak kul ile cehennem arasında bir settir. Kul yapmış olduğu bazı kusurlardan dolayı cehennem yoluna konulsa bile, yapmış olduğu zikirler, hemen o yolları ka-patır ve o zâkir kulun cehenneme girmesine mani olurlar.42) Şeriatın emrettiği ne kadar ibadet varsa hepsi zikrullah’ın ikame ve icrası için emr olunmuştur. Namazın kılınması da Zikrullahın ikamesi icindir. Bazı haberlerde varid olmuştur ki, Cenab-ı Hak: "Evliyalarım, ehibbalarım (sevgililerim), dostlarım benim zikrimle nimetlenirler. Yâni benim, zikrimden manevi gıdalarını alırlar ve benimle ünsiyet ederler. Çünkü ben, sizler için, dünya ve ahirette en güzel mürebbiniz, mâbudunuz ve maksudunuzum." buyurmuştur